Erbil Forumu kapsamında Rûdaw Araştırma Merkezi’nin düzenlediği etkinlikte konuşan HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, Türkiye'deki Kürt meselesi ve silahsızlanma süreci hakkında önemli açıklamalarda bulundu. 

HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, Forum'da Ruşen Çakır’ın sorularını yanıtladı.

HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu'nun açıklamalarından öne çıkan başlıklar şu şekilde: 

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin Abdullah Öcalan'ı mecliste konuşmaya davet etmesine ilişkin olarak Yapıcıoğlu, "Sayın Bahçeli'den öyle bir çağrının gelmiş olmasını biz bir şans olarak değerlendiriyoruz. Şaşırdık elbette. Niçin şaşırdık? Yani böyle bir çağrının gelmesinden ziyade çıtayı koyduğu yer belki çok kişi şoke etti. Neydi o çıtayı koyduğu yer? Abdullah Hoca olanın gelin mecliste DEM grubunda konuşması. O çok hiç şaşırttı ama orada aslında şöyle bir şartlı cümle de vardı. Eğer şunları şunları söyleyecekse gelsin söylesin. Kaldı ki bu acaba gerçekten fiziki olarak Abdullah Öcalan’ın gelip dem grubunda konuşması mıydı kast edilen şey? Yoksa eğer böyle bir şey olursa biz buraya kadar bile bazı şeyleri sindirebiliriz mesajı mıydı? Bence ikincisiydi. Fiziki olarak Abdullah Öcalan’ın gelip DEM grubunda böyle bir çağrı yapmayacağını hepimiz biliyoruz. Hatta İmralı dışından böyle bir çağrı yapmayacağını da biliyoruz. Oradan muhtemelen görüntülü bir mesaj ile bunu yapacaktı. Şunun için şansı olarak değerlendiriyoruz. Evet, daha önce yoğun bir şekilde şu savunuluyordu. Hükümet adım atar ama ortağı buna engel oluyor. Peki, ne zamandan beri bu söyleniyor? Özellikle 2015'teki çözüm sürecinin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine.

Çünkü 2015 öncesinde bir ittifak yoktu AK Parti ile MHP arasında. İttifak 15 Temmuz 2016 darbe sürecinden sonra gelişti. Belki Kürt meselesinin konuşulduğu zamanlarda bazen MHP'nin sert çıkışları oluyordu ama bence asıl takoz müesses nizamdı ve CHP idi. Önceki çözüm sürecinde CHP'nin muhalefeti belki hükümeti durduruyordu. Buna rağmen aslında bazı adımlar atıldı, epey de ileriye doğru adımlar atıldı. Fakat olmadı o sürecin akamete uğraması daha doğrusu başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra ciddi bir hayal kırıklığı yaşandı. Özellikle de hükümette. Ondan sonra Kürt meselesi yoktur noktasına geldi hükümet. Ama şunu da söyledi, Kürt kardeşlerimin sorunları var yine biz hükümet olduğumuza göre bu sorunları çözmek bizim görevimizdir. Fakat bunun artık Kürt meselesi olarak konuşulması ve bir anlamda süreç olarak birileriyle oturup bunun pazarlık edilmesi ya da müzakere edilmesi yanlıştır. Biz bir daha bu yanlışa düşmeyeceğiz noktasına geldi hükümet. Ümitlerimizi arttırdı derken sadece Sayın Bahçeli'nin yapmış olduğu açıklama değil, öte taraftan CHP'nin de belki koymuş olduğu marjı ya da takoz olmaktan vazgeçmesi de yine ümitleri arttıran bir şey oldu." dedi.

-Diyarbakır'da Kürt sorununa insani çözüm çalıştayı düzenledik. Çalıştayı düzenlediğimiz için pişman değiliz. Biz yanlış bir şey yapmadık.

Bazı insanlar kızdı elbette. Kızan insanların önemli bir kısmı biz ne yaparsak zaten kızan insanlar. O yüzden onların kızmalarını biz çok yani ona göre kendi hareket tarzımızı belirlenmiyoruz. Ontolojik olarak bize karşı olanlar, varoluşsal bir düşmanlık içerisinde olanlar biz ne yaparsak yapalım bize kızmaya devam edecekler. Ama ben inanıyorum ki bizim orada yapmış olduğumuz çalıştay pek çok kişi tarafından takdirle karşılandı.

Elbette insanların hepsi her konuda bizimle aynı düşünmek zorunda değil. Siyaset zaten böyle bir şey. Her konuda insanların fikirleri farklı farklı olabilir. Zaten bu yeni süreç silahsızlanma ya da terörsüz Türkiye hedefi dile getirilirken hemen arkasından şu söylenmiyor muydu? Eğer silahlar devreden çıkarsa o zaman siyasetten herkes istediğini daha rahat söyleyecek. Bizim elimizde silah yok ve biz de silahları mutlaka bırakılsın diyoruz. Ama öte taraftan yani bu süreçle alakalı söylenen iki şey vardı biraz önce belirttiğim gibi. Birisi terörsüz Türk hedefi, ikincisi iç CHP'nin güçlendirilmesi. Biz her iki konuyla ilgili de orada görüşlerimizi dile getirdik. Oradakilerin tamamı bizim görüşlerimiz miydi? Hayır. Orada sunu yapan bazı kişilerin konuşmalarından da bazı cümleler sonuç bildirgesine girdi. Terörsüz Türkiye hedefi olarak isimlendirilen, hükümet tarafından isimlendirilen bu süreçle alakalı çok net bir tavır koyduk. Dedi ki silahlar mutlak surette bırakılmalı.

Hükümet Kürt meselesinin çözümüyle ilgili adım atsa da atmasa da bu adım atılmalı ve silah devreden çıkmalı. Bu konuda bütün siyasi partilere, her görüşten siyasi partilere de çok ciddi bir sorumluluk düşüyor dedik. Bütün siyasi partiler de bu yönde bir çaba sarf etmeli, bir çağrı yapmalı. Elbette biz de bu anlamda net bir çağrıyla kendi vazifemizi yerine getirmeye çalıştık. Bu işin birinci tarafı. Öbürü, iç cephene tahkim edilmesi yani Kürt ile Türk'ün hani Kürt-Türksüz, Türk-Kürtsüz olmaz şeklinde formüle edilen o birlikteliği biraz da uluslararası konjonktürün geldiği noktaya itibariyle daha büyük bir ehemmiyet arz eden bu birlikteliğin nasıl sağlanabileceğine ilişkin bazı öngörüleri söyledik. Kendi öngörülerimizi, kendi taleplerimizi bunları birliğin sağlamlaşması adına söyledik. Ama birileri niyet okumak suretiyle dediler ki HÜDA PAR bu çalıştayı yaparak rol kapmaya çalıştı ya da HÜDAPAR bu çalıştayı yaparak bu süreci sekteye uğratmaya çalıştı. İkisi birbirine çok uyumlu değil ama ikisi de söylendi.

-DEM Parti bizden randevu istemedi. Biz daha önce de söyledik. Biz şimdiye kadar kapımıza gelen hiç kimseyi kapımızdan kovmadık. Biz onları davet de etmedik. Doğrusu beklemiyorduk da bizi ziyaret etmeleri. Neden? Çünkü eğer sadece silahsızlanma meselesi konuşulacaksa, silah elinde olan ile o silahı bıraktırmak isteyenin konuşması, görüşmesi, bu müzakereleri sürdürmesi doğal olandır. Burada bize herhangi bir görev düşmüyor. Nedir düşen? O silahsızlanma çağrısında bulmak. Bunu da zaten yaptık, yapıyoruz. Bundan önce de yapmıştık, bundan sonra da yapacağız. Dolayısıyla gelmemelerin ya da gelmelerin çok büyük bir değişiklik yaratacağını ben düşündüm.

Siyasi partiler arasında diyalog olması gereken bir şeydir. Bence her siyasi parti birbirleriyle görüşebilmeli. Diyaloğu kurabilmeli. Fakat biz bu konuda daha önce de söyledik. Parti kurduğumuz 2012 yılından birkaç ay sonra ilk büyük olağan kongremizde 30 Haziran 2013 günü kongre yaptık. Bütün siyasi partileri davet ettik. Davet ettiğimiz partilerden birisi de HDP'ydi. Gelmediler. Davetimize icabet etmediler. Bayram ziyaretinde partiler arasında bayramlaşma olur, onları ziyaret etmek istedik, kapılarını açmadılar. 2018 seçimlerinden önce seçimlere katılma yeterliliğine sahip partilerin tamamıyla görüşme kararı aldık seçimlerden önce. Yine o konudaki çağrımıza cevap vermedi. Biz dedik ki tamam biz üç kez kapıyı çaldı. Kapı açılmadı bitti. Daha biz kapıyı çalmayız. Peki, onlar gelirse yine o zaman da söylemiştik. Biraz önce burada da söyledim. Biz kimseyi kapımızdan kovmadık.

Milletvekili Dinç: "Antalya'da bize iletilen sorunları mecliste gündeme getireceğiz" Milletvekili Dinç: "Antalya'da bize iletilen sorunları mecliste gündeme getireceğiz"

-Federasyon tartışmanın zemini yok Türkiye'de. Aslında Türkiye'de böyle bir ihtiyaç da yok. Yani evet biz parti programımızda yazdığımız şey şudur. Daha önce farklı yerlerde buna benzer cümleleri de kurduk dedik ki şiddette silaha, terör yöntemlerine başvurmadan farklı siyasi fikirler serbestçe dile getirilebilmelidir. Federasyonu da dahil her şey tartışılabilmelidir. Bu tartışma eğer siyaset zeminde olacaksa bu serbest olmadı. Bizim dediğimiz şey budur. Yoksa Türkiye'deki durum federatif bir yapıya çok müsait değil hatta buna bir ihtiyaç da yok. Yani ne coğrafi olarak bir federasyonu ne de korporatif olarak bir federasyonu Türkiye müsait değil. Neden? Türkiye'deki şartlar farklı. Mesela Irak-Kürdistan Bölgesi’nin şartları farklıdır. Suriye'deki Kürtlerin içinde bulundukları durum ya da İran'daki Kürtlerin durumu farklıdır. Türkiye'deki Kürtlerin yaklaşık yarısı Kürt nüfusunun yoğun yaşadığı inlerin dışında batıya göç etmiş oralarda yaşıyorlar. Oralarda iş kurmuşlar, akrabalıklar kurmuşlar, mülk edilmişler ve oraya yerleşmişler. Dolayısıyla coğrafi manada bir federasyona Türkiye'deki Kürtlerin de %90'ından fazlası karşıdır. Kıbrıs'taki ya da Belçika'daki örneklerin de olduğu gibi korporatif yani cemaat bazlı bir federatif yapı da Türkiye için çok uygun değil. Bize göre Türkiye'deki Kürtlerin çok önemli bir kısmı eşit vatandaşlık temelinde birlikte yaşamakta.

-Anayasanın ilk dört maddesiyle ilgili şöyle bir algı oluşturmaya çalışılıyor. Sanki 1923'te Cumhuriyet'in İran'ından sonra 1924 yılının Mart ayında yapılan anayasadan beri, Bu maddeler orada duruyor ve bunların değiştirilemeyeceği bir anayasal hüküm olarak orada duruyor. Böyle bir hüküm var. Bu doğru değil her şeyden önce. Onu belirtmekte fayda var. 1924 Anayasası'nda sadece devletin şeklinin cumhuriyet olduğuna dair hükmün değiştirilemeyeceği hüküm altına alınmıştı. Neden? Çünkü Osmanlı bakiyesi topraklar üzerinde yeni bir rejim kurulmuş yeni bir sistem var, cumhuriyet kurulmuş ve o ilk mecliste bile saltanat yanları, yeniden saltanata dönmek isteyenler var, saltanat taraftarları var. Bunun önüne bir seç çekmek için devletin şekli cumhuriyettir ve bu hüküm değiştirilemez diye bir madde kondu. Sonraki dönemlerde de, mesela 1961 Anayasası'nın gerekçesinde, böyle bir ihtiyaç yok ama madem bu oraya konmuş bir gelinlik olarak bu devam etsin, devletin şeklinde cumhuriyet olduğunu değiştirilemez diye, anayasal bir hüküm olarak dursun diye. 1961 anayasasına da aynı hüküm kondu. Daha sonra 1982 anayasası yani 1980 askeri darbesinden sonra Cunta anayasası olarak yazılan o anayasada danışma meclisinden çıkan ve 5 askerden 5 generalden oluşan konseyin önüne geldiğinde bile o metinde sadece devletin şeklinin cumhuriyet olduğuna dair hükmün değiştirilemeyeceği hükmü vardı.

Fakat Kenan Evren, diğer maddelerin de değiştirilemez olduğunu oraya yazdı. Şimdi bir taraftan CHP ya da işte biz Cumhuriyet'in korucusu olan partiyiz diyenler 12 Eylül cuntasına faşist cunta diyorlar. Faşist bir darbe diyorlar. Hatta 27 Mayıs 1960'da yapılan darbeye devrim diyorlar. 12 Eylül 1980'de yapılan karşı devrim diyorlar. Ama 12 Eylül karşı devrim olarak isimlendirilmesine rağmen 12 Eylül rejiminin anayasa soktuğu bu hükmü sanki 1924'ten beri anayasada varmış gibi, sanki Mustafa Kemal bu maddeleri oraya koymuş gibi savunuyorlar. Bir taraftan Kenan Evren’e faşist diyorlar, bir taraftan da onun bu uygulamasına çok ciddi bir şekilde sahipleniyorlar.

Biz bu çelişkiye dikkat çekmeye çalıştık ama onlar ısrarla şunu diyor ki, HÜDAPAR dört vekille anayasayı değiştirecek, işte bu cumhuriyet rejimini değiştirecek, saltanatı getirecek, bunlar cumhuriyete karşı, bunlar bayrağa karşı, bunlar işte şuna karşı, buna karşı diye laf kalabalığı yaparak onların bu çelişkilerine, dikkat çekmeye çalıştığımız o çabamızı boşa çıkardılar. Maalesef bunda başarılı da oldular. Evet, biz diyoruz ki anayasada değiştirilemez maddelerin olması gelecek nesillerin iradesine ipotek koymaktır. Bizim söylediğimiz şey bu. Temel olarak bunu söylüyoruz. Neticede anayasalar ya da yasalar beşer kelamıdır ve eskirler. Üzerinden zaman geçtikçe bazı hükümler, o gün için mükemmel gibi görülen bazı hükümler de değiştirilmeye ihtiyacı doğabilir onlarla ilgili ve değiştirilebilir olmalıdırlar. Bizim söylediğimiz şey budur.

Peki, nasıl değişecek? Anayasayı değiştirmek için 400 milletvekilinin imzası gerekiyor. Yani 200 milletvekilinin teklifiyle ancak anayasa değişikliği önerilebilir ve mecliste ancak 400 milletvekilinin kabul oyuyla değiştirilir. Bizim sadece 4 vekilimiz var. HÜDAPAR olarak 4 vekil. Biz tek başımıza anayasayı şu veya bu şekilde kaleme alacağız diye bir öneride bulunmadık. Bizim bir anayasa taslağımız da yok. Biz diyoruz ki anayasada değiştirilemez maddeler olmamalı ama o maddeleri nasıl yazacağız ilk dört maddede dâhil bunu parlamento oturacak oradaki siyasetçi partiler birlikte karar verecekler. Onun tek başımıza biz şu veya bu şekilde kalem alınsın diye bir öneri de sunmadık. Ama ısrarla CHP'nin bu çelişkisinin gözlerden kaçırılması için ustaca manevralarla böyle işi bu duruma getirdiler.

-Biz diyoruz ki evet şiddet dönemi bitmeli şiddet 40 yıldır en fazla zararı Kürt'e verdi. Sadece Türkiye'deki Kürt'lere değil, Türkiye'deki Kürt'lere şu anda bulunduğumuz Irak Kürdistan Bölgesi’ndeki Kürtlere zarar verdi. Diğer Kürtlere de zarar veriyor ama en büyük zararı bu iki coğrafyada yaşayan Kürtlere verdi. Barzan bölgesinde 500 köyün yerlileri kendi köylerine gidemiyorlar. Kendi meralarında hayvanlarını otlatamıyorlar. Bu bile başlı başına çok büyük bir sorun. Bu yüzden biz diyoruz ki inşallah 22 Ekim'de o çıkışla Sayın Bahçeli'nin mecliste yapmış olduğu çıkışla başlayan süreç ama aslında şunu anlıyoruz ki belki aylar öncesinden 2024'ün bahar aylarından bu yana istihbarat ile Türkiye'deki Milli İstihbarat Teşkilatı ile Abdullah Öcalan arasında görüşmeler var. Ve belli bir noktaya gelmiş. Umarım sonuç hayırlı olur. Bunun akabinde de kardeşliği pekiştiren, adaleti sağlayan bir noktaya hep birlikte gelmiş olur." (İLKHA)

 

Kaynak: ilkha