TBMM’de basın toplantısı düzenleyen HÜDA PAR Genel Başkan Vekili ve Gaziantep Milletvekili Şahzade Demir, iç ve dış gündeme dair değerlendirmelerde bulundu.

Suriye'deki gelişmeler, İklim krizi, HÜDA PAR'ın çifte vatandaşlarla ilgili kanun teklifi, Gazze'de insanlık dışı ambargo, imam hatip adaylarının atama sorunu ve Fransa'da avukatlara başörtüsü yasağı gibi konularla ilgili gündemi değerlendirdi.

Netanyahunun Suriye mesajı ile ilgili de konuşan Demir, "siyonist terör rejiminin sözde Başbakanı Netanyahu’nun Suriye’deki Dürzilere ve Kürtlere 'el uzatma' mesajı, terör rejiminin bölgedeki çıkar hesaplarının bir parçasıdır. siyonistler tarih boyunca hedeflerine ulaşana kadar bazı kesimleri geçici müttefik olarak kullanmış, ancak nihayetinde sadece kendi çıkarlarını gözetmiştir. Terör rejiminin dostluk vaadi, yalnızca bölgedeki çatışmaları derinleştirmeyi amaçlamaktadır. Kürt halkı meşru haklarını kan emici siyonistlerin silahlarıyla ya da sahte dostluğuyla elde edemez. Suriye’de gerçek barış ve istikrarın yolu, dış müdahalelere güvenmek yerine, yerel aktörler arasında kurulacak sağlıklı diyalogdan geçmektedir.

Suriye’de merkezi yönetim ile varılan anlaşmaların sağlıklı bir zeminde ilerlemesi ve kalıcı bir çözüme ulaşması sağlanmalıdır. Bu sürecin başarıya ulaşması için her kesimin hak ve özgürlüklerini teminat altına alacak yeni anayasanın hazırlanması ve uygulanması tamamlanmalıdır. Bölgesel istikrar, ancak halkların bir arada yaşayabileceği adil bir sistemle mümkündür. Aksi takdirde, dış güçlerin müdahalesi Suriye’yi daha da parçalayarak kaosu ve güvensizliği derinleştirecektir. Suriye halkı, emperyalist çıkarları olan aktörlere karşı uyanık olmalı ve kendi kaderini kendi elleriyle belirlemelidir." dedi.

"İklim krizinde AB ajandasına teslim olunmamalıdır"

Açıklamasının devamında iklim kriziyle ilgili de konuşan Demir, şunları aktardı:

"İklim krizi ve kuraklık, tüm spekülasyonlar bir yana dünya için de Türkiye için de artık bir gerçeklik halini almıştır. Elbette bu, insanoğlunun tabiatı özensiz ve dengesiz bir biçimde kullanmasının, tahrip etmesinin, ihya etmemesinin, kâinatın dengesini gözetmemesinin bir sonucudur. Çevrenin bir emanet olduğu gerçeğinin fertten topluma mutlak surette benimsenmesi; ağacın, toprağın, havanın yalnızca bizim değil bütün canlıların ve gelecek nesillerin de olduğunun özümsenmesi gerekir. Bu sebeple toplum olarak üzerimize düşen büyük sorumluluklar olduğu muhakkaktır.

Paris İklim Antlaşması ve buna uyum sağlamak için hazırlanan ve TBMM Genel Kurul gündemine gelen İklim Kanunu, Türkiye'nin ekonomik yapısına uygun olmayan, tarım ve hayvancılık gibi stratejik sektörlere ciddi zararlar verebilecek düzenlemeler içermektedir. Herhangi bir fiziksel ya da ahlaki sınırlama olmadan sanayi ve teknoloji kapasitelerini katlayan Çin, ABD ve AB devletleri, bugün iklim şartlarını bir rekabet önleyici silah olarak kullanmaktadır. Özellikle Türkiye’nin ciddi ticari bağımlılığının olduğu AB, kendi yeşil teknolojisini tamamlayarak diğer devletlere kendi teknolojilerini satmak ve sınırda karbon vergisi uygulamasıyla dış ticaret dengesini kendi lehine dönüştürmek istemektedir. Türkiye’nin bu antlaşmanın gereklerini yerine getirmesi demek, küçük üreticilerin yok olması ve sanayi maliyetlerinin katlanması, tarım ve hayvancılığın da baltalanması anlamına gelecektir. Türkiye mutlak surette iklim değişikliğiyle mücadele etmelidir, fakat bunu yaparken kendi gerçeklerine uygun, tarımı ve üreticiyi koruyan, sürdürülebilir ama dengeli bir yol haritası oluşturmalıdır. AB ajandasının kopyalanması bir zorunluluk olarak görülmemelidir. Türkiye kendi yol haritasını kendi çizmeli, teşvik ve destek mekanizmalarıyla halkı da içine alan hem psikolojik hem ekonomik bir dönüşüm sağlamalıdır."

"İnsanlık katledilirken susan taraf olmayacağız"

HÜDA PAR'ın çifte vatandaşlarla ilgili kanun teklifinin bir an önce Genel Kurul'da görüşülmesi gerektiğini ifade eden Demir, "28 Aralık 2023 tarihinde Meclis Başkanlığı’na sunduğumuz kanun teklifimiz hâlâ Genel Kurul’da görüşülmeyi bekliyor. siyonist terör rejimi, yeni bir işgal ve katliam hazırlıkları yaparken Trump, Gazze halkını katliam ve işgal ile tehdit ederken kanun teklifimizin gündeme alınmaması büyük bir eksikliktir. Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre Türkiye ve sözde israil pasaportları taşıyan en az 4 bin kişi Filistin’de insanlığa karşı işlenen suçların ortağı durumundadır.

Filistinlileri katleden canileri yargılayamazsak hiçbirimiz güvende olamayız. Mazlumlara karşı ahlaki; katillere karşı ise tarihsel sorumluluğumuzu yerine getirmek zorundayız. Okulların, camilerin, hastanelerin hedef alındığı, sivillerin keskin nişancılar tarafından katledildiği kısacası insanlığa karşı suç işlendiği ortada iken siyonist rejim saflarında yer alıp soykırım suçuna iştirak eden çifte vatandaşların yargılanması, hukukun ve adaletin siyonizmden büyük olduğu anlamına gelecektir. Nasıl ki 20. Yüzyılın Nazileri utanç içinde yargılandıysa, 21. Yüzyılın soykırımcı siyonazileri de mutlaka yargılanacaktır ve işledikleri cürümlerin hesabını utanç içinde vereceklerdir. Biz istiyoruz ki o yargılamayı yapan, insanlığa adalet dağıtma anlamında öncülük eden Türkiye olarak biz olalım. Biz bu kanun teklifimizle hukuku, insanlığı, barışı savunuyor ve istiyoruz ki teklifimiz daha fazla geciktirilmeden bir an önce görüşülsün ve tüm partilerin desteğiyle yasalaşsın." şeklinde belirtti.

"Gazze’ye doğrudan yardım ulaştıracak yollar oluşturulmalıdır"

Gazze'de insanlık dışı ambargo ile ilgili de Demir, şu ifadelere yer verdi:

Siyasi partilerin mali denetim kararları Resmî Gazete'de Siyasi partilerin mali denetim kararları Resmî Gazete'de

"Gazze’de yaşanan insani kriz, bu çağın en büyük utanç tablolarından biri haline gelmiştir. sjyonist rejimin yıllardır süren abluka ve saldırıları, Gazze’yi adeta açık hava hapishanesine çevirmiştir. Son olarak, bölgeye insani yardımların girişine yönelik kısıtlamalar, zaten zor durumda olan halkın temel ihtiyaçlara erişimini imkânsız hale getirmiştir. Ramazan ayında binlerce insan sahur ve iftar yapacak yiyecek ve su bulamamaktadır. Açlık, susuzluk ve ilaç eksikliği milyonlarca insanın hayatını tehdit ederken, uluslararası toplumun sessizliği bu trajediyi daha da derinleştirmektedir.

siyonist rejimin insani yardımları kendi kontrolü altına alarak ordu eliyle dağıtmayı planlamaktadır. Bu yardımların bir baskı ve manipülasyon aracı olarak kullanılmasına kapı aralamaktadır. Filistinlilerin mal ve mülklerini yağmaladıkları belgelerle kanıtlanan işgalcilerin halkın temel ihtiyaçlara ulaşmasını sağlayacağını ummak ironiktir. Yardımların işgal ordusunun eline bırakılması, Filistin halkının onurunu kıran, bağımsızlıklarını zedeleyen ve siyonist rejimin Gazze üzerindeki işgalini pekiştiren bir hamle olacaktır.

Bu zulme karşı en büyük sorumluluk ise İslam dünyasına düşmektedir. İslam ülkeleri, diplomatik, ekonomik ve insani yardım alanlarında daha güçlü bir duruş sergilemelidir. Sadece kınama mesajlarıyla yetinmek yerine, fiili adımlar atılmalı, Gazze’ye doğrudan yardım ulaştıracak yollar oluşturulmalıdır. Birlik olunduğunda, Siyonist rejimin hukuksuz politikalarına karşı etkili bir direnç göstermek mümkündür. Artık suskunluk değil, harekete geçme zamanıdır."

"Yedek listede kalan imam-hatip adaylarının mağduriyetleri"

Diyanet mülakat sınavını geçtiği halde ataması yapılmayan imam hatip adaylarını da gündeme taşıyan Demir, "Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından gerçekleştirilen imam-hatip alımları sınavında başarılı olmalarına rağmen kontenjan yetersizliği nedeniyle yedek listede kalan imam-hatip adayları mağduriyetlerini dile getirmektedirler. 70 ve üzeri puan alarak yeterlilik sınavını geçen imam-hatip adayları, İslami hizmetlere katkı sunma heyecanı ve arzusu ile atanmayı beklemektedirler. Bu yıl 4 bin imam-hatip alımı yapılmış, ancak bu sayıya ek olarak yaklaşık 2 bin 500 din görevlisi adayı sınavı başarıyla geçmelerine rağmen yedek listede bırakılmıştır. Sosyal medya ve farklı platformlar aracılığıyla seslerini duyurmaya çalışan imam-hatip adayları, Diyanet İşleri Başkanlığının geçmiş yıllarda olduğu gibi bu yıl da ek atama yapmasını beklemektedir. Hâlihazırda binlerce camimizde imam eksikliği bulunurken, din hizmetlerinin aksamaması için yedekte bekleyen bu adayların atamalarının bir an önce yapılması gerekir." dedi.

"Özgürlük, demokrasi ve insan hakları propagandasıyla başka ülkeleri sömüren Batı uygarlığı, bu kararlarla gerçek yüzünü bir kez daha gözler önüne sermiştir"

Son olarak Fransa'da avukatlara başörtüsü yasağı hakkında da konuşan Demir, "Fransa’da avukatlara başörtüsü yasağının onanması, Fransa ve birçok Batı ülkesinde devlet eliyle İslam karşıtlığının giderek kurumsallaşmakta olduğunu göstermektedir. Özgürlük, demokrasi ve insan hakları propagandasıyla başka ülkeleri sömüren Batı uygarlığı, bu kararlarla gerçek yüzünü bir kez daha gözler önüne sermiştir. Başka ülkelere sözde insan hakları dersi veren Fransa, hukukun üstünlüğünü temsil eden bir meslekte, bireyleri dinî inançları nedeniyle ayrımcılığa maruz bırakmaktadır. Öte yandan başka ülkeleri kadın hakları üzerinden eleştiren sözde kadın hakları savunucularının ise konu Müslüman kadınlara yönelik kısıtlamalar olduğunda sessiz kalmaları dikkat çekicidir. Batı’nın temel iddialarından biri olan ifade özgürlüğü, Müslümanlar söz konusu olduğunda çifte standartlarla uygulanmaktadır. İslam’a hakaret etmek 'ifade özgürlüğü' sayılırken, Müslümanların dinî inançlarını yaşaması 'radikallik' olarak damgalanmaktadır. Avrupa'daki İslam karşıtlığı sadece Müslümanları değil, Batı’nın kendi toplumsal barışını da tehdit etmektedir. Müslümanlara yönelik son adımlar Müslümanların hak ve hukukunu muhafaza edecek ve ihlallere karşı fiili adım atacak bir kuruluşun gerekliliğini bir kez daha ortaya koymuştur. Fransa’da başörtüsüne yönelik bu yasak kararını şiddetle kınıyor, bütün İslam ülkelerine ve temel hak ve hürriyetleri savunan bütün devletlere, Müslüman kadınların haklarını kısıtlayan bu kararlara karşı seslerini yükseltme ve Fransa’ya yaptırım uygulama çağrısında bulunuyoruz." ifadelerine yer verdi. (İLKHA)

Kaynak: İLKHA